Medresetüzzehrâ Projesi

Daha önce bahsedildiği üzere, İngilizlerin Müslümanları Kur’ân’dan uzaklaştırma planını bir gazete haberinden öğrenen Bediüzzaman’ın ruhunda fevkalâde bir tesir meydana gelmiş ve “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez mânevî bir güneş olduğunu, ben dünyaya ispat edeceğim” diyerek hayatını bu davasına adamıştı.

Bu plana karşı Üstad Bediüzzaman’ın düşündüğü çarelerden biri, asrın ihtiyaçlarına uygun, Müslümanları fikren ilmen batı karşısında üstün konuma getirecek kuvvetli bir eğitimi gerçekleştirmekti. Bu düşünceden hareketle Doğu Anadolu’da kendisinin “Medresetüzzehrâ” ismini verdiği ve Osmanlı’nın son devrinde üç eğitim kurumu olan medrese, mekteb ve tekkeyi birleştirerek bir üniversite kurmak istiyordu. Medresetüzzehrâ Üniversitesi’nde üç şeyi gerçekleştirmek arzusundaydı:

1- Dînî İlimlerle Fen İlimlerini Birleştirme

Tanzimattan sonra kurulan Avrupaî tarz mekteblerde okuyan gençler maddeci bir altyapıya oturtulmuş fenlerin tesiriyle itikadi yönden şüphelere düşüyorlar hatta bazıları küfre giriyorlardı. Medreselerde ise fenlerin kat’î ispat ettikleri şeyler bile taassup yüzünden bazen şüpheyle karşılanabiliyor, reddediliyor veya bazen bu fenlerle meşgul olanlar tekfir edilebiliyordu. Üstad Bediüzzaman bu iki kurum arasındaki ihtilafı kaldırmak için dînî ilimlerle, fen ilimlerinin kaynaşmasını zaruri gördü. Bu kaynaşma sayesinde medrese ve mekteb arasındaki düşmanlığı kaldırmak, iki tarafın da eksiklerini gidermek, zenginliklerini ise paylaştırmak istiyordu. Bu konuda şöyle diyordu: “Vicdanın ziyası, ulûm-u dîniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla (kaynaşmasıyla) hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder (uçar). İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder (doğar).”

2- Tekke ve Medreseyi Birleştirme

İslam’ın ilk dönemlerinden itibaren Müslüman toplumlarda medrese ve tekke iki eğitim kurumu olarak faaliyet göstermişlerdir. Bu iki kurum yüzyıllar boyunca uyum içinde hareket etmişlerse de zaman zaman ihtilaf ettikleri, birbirlerine muhalefet ettikleri de olmuştu. Osmanlı’nın son devrinde ise bu ihtilaflar daha da artmış ve bu durum Müslümanlar arasındaki birlik ve beraberliği zedeleyici bir hal almıştı.

Üstad “Medresetüzzehrâ” üniversitesinde fen ilimleriyle dînî ilimleri birleştirmenin yanında, medrese ile tekkeyi de birleştirmek istiyordu. Bu konuda Üstad şöyle der: “İslamiyet hariçte temessül etse (görünür hale gelse), bir menzili mekteb, bir hücresi medrese, bir köşesi zaviye, salonu dahi mecmaü’l-küll (umumi toplanma yeri), biri diğerinin noksanını tekmil için bir meclis-i şûrâ olarak, bir kasr-ı müşeyyed-i nuranî (nurlu yüksek bir saray) timsalinde arz-ı dîdar edecektir (kendini gösterecektir). Ayna kendince güneşi temsil ettiği gibi, şu Medresetüzzehrâ dahi o kasr-ı ilâhîyi haricen temsil edecektir.” [1]

3- İslâm Birliği

Üstad’ın bir maksadı da bütün İslâm ülkelerinden bu medreseye talebeler alarak, Müslümanlar arasındaki birlik ve beraberliği geliştirmekti. Bu konuda şöyle der: “Câmiü’l-Ezher Afrika’da bir medrese-i umumiye olduğu gibi, Asya, Afrika’dan ne kadar büyük ise, daha büyük bir darülfünun, bir İslâm üniversitesi Asya’da lâzımdır. Tâ ki İslâm kavimlerini, meselâ: Arabistan, Hindistan, İran, Kafkas, Türkistan, milletleri, menfi ırkçılık ifsat etmesin. Hakiki, müsbet ve kudsî ve umumî milliyet-i hakikiye olan İslâmiyet milliyeti ile Kur’ân’ın اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ (Mü’minler ancak kardeştirler) kanun-u esasîsi tam inkişafa mazhar olsun.” [2]

Hz. Üstad, Mısır’daki El-Ezher Üniversitesi’nin kardeşi hükmünde olacak olan bu üniversitenin merkezini Van’da düşünüyor, Bitlis, Siirt ve Diyarbakır gibi illerde şubelerinin olmasını arzu ediyordu. “Bir gaye-i hayalim” dediği bu mes’ele onun için o kadar ehemmiyetliydi ki, “Risale-i Nur’un hakikatine çalıştığım gibi, ona da çalışmışım” demiştir.

Medresetüzzehrâ’nın Temeli Atılıyor

Bediüzzaman, Rumeli seyahatinden döndükten sonra İstanbul’da yaklaşık bir sene daha kalır. Bu dönemde, o zamana kadar te’lif ettiği eserlerin tab’ı ve neşriyle meşgul olur. [3] Bu sırada Balkan Savaşları başlamış ve Kosova istila edilmiştir. Böylece Kosova’da temelleri atılan Darülfünun’un inşaatı da durmuştur. Bediüzzaman Hazretleri, Kosova üniversitesine tahsis edilen tahsisatı, Van’da tesis edeceği Medresetüzzehrâ için talep eder. Bu talebi de padişah tarafından kabul edilir.

Bediüzzaman Hazretleri, bu yardım sözünü aldıktan sonra, 1912 yılının kışına doğru Van’a döndü. Çok büyük bir heyecan ve gayretle çalışmalara başladı. İlk olarak Van’ın Edremit mevkiinde geniş ve güzel bir arazi tespit etti. Daha sonra da 1913 yılının yazında, Van’ın ileri gelenleri ile kalabalık bir halk kitlesinin iştirak ettiği bir merasimle, gaye-i hayalim dediği Medresetüzzehrâ Üniversitesi’nin temelini attı.

Edremit’teki temel atma merasimine iştirak eden Vanlı Hakkı Edremit, o gün Van Vâlisi Tahsin Paşa’nın hazırlattığı büyük bir ziyafet verildiğini ve ‘Şarkın ve garbın âli şahsiyeti, Hâzâ Bediüzzaman, Molla Said Hazretleri’ övgüleriyle takdim edilen Üstad’ın temele ilk harcı, bizzat kendisinin koyduğunu bildiriyor. [4]

Edremit, Van Gölü’ne bir yarımada gibi girmiş, Van’ın en ünlü meyve bahçelerine sahip güzel bir mekândır. Zaten Bediüzzaman Hazretleri, ekseriyetle şehirden uzak, ilâhî sanatlarla iç içe olan, güzel tefekkürler yapılacak yerleri tercih eder, talebelerine de böyle mekânlarda ders verirdi.

Devrin Van Vâlisi Tahsin Bey, Bediüzzaman Hazretleri’nin Med­re­se­tüz­zehrâ projesine en çok destek verenlerden birisidir. Hatta bu hususta Sultan Reşad’a mektub yazarak, binanın inşasının ehemmiyetini anlatmış, bu azim hayrın gecikmeden bitirilebilmesi için masrafının bizzat padişah tarafından üstlenilmesini dahi rica ve taleb etmişti. [5]

[1] Osmanlıca Mektubat, s. 426 Geri
[2] Emirdağ Lâhikası-2, s. 223 Geri
[3] Bediüzzaman Hazretleri’nin bu döneme kadar kaleme aldığı eserleri şunlardır: “Kızıl Îcaz” (1899), “İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi” (1909), “Nutuk” (1910), “Münazarat” (1911), “Hutbe-i Şâmiye” (1911), “Muhakemat” (1911), “Teşhisü’l-İllet” (1911), “Devaü’l- Ye’s (1911) Geri
[4] Son Şahitler, c. 1, s. 48 Geri
[5] B. T. Bediüzzaman Said Nursî, s. 149 Geri