İngilizlerin İslâm’a ve Kur’ân’a Karşı Yaptıkları Şeytancasına Hücumlara Karşı İslam'ın İzzetini Muhafaza Etmesi

İngilizlerin İslâm’a ve Kur’ân’a Karşı Yaptıkları Şeytancasına Hücumlara Karşı İslam'ın İzzetini Muhafaza Etmesi

İngilizler, İstanbul’u işgal ettikten sonra, Müslümanlara birçok zulüm ve işkenceler yapmışlardır. Evlere baskınlar, tutuklamalar, keyfi olarak hapse atmalar, yağmalamalar, hakaretler ve küfürler… Fakat bütün bunların yanında en vahimi, İslâm’a ve Kur’ân’a karşı yaptıkları şeytancasına hücumlardır. İslâm’ın izzetini kırmak, kudsiyetini lekelemek, kıymetini düşürmek ve insanların akıllarına İslâmiyet’le alâkalı şüphe ve vesveseler vermek için olmadık entrikalar yapmışlardır.

Bunlardan birisi, İngiliz Anglikan Kilisesi başpapazı tarafından “Meşîhat” makamına sorulan altı sualdir. Üstelik İslâm hakkında sordukları bu altı suale mufassal değil, sadece altı yüz kelimeyle muhtasar cevap verilmesini talep etmişlerdir. Meşihat makamı da bu soruları Dârü’l-Hikmet’e havale ederek cevap verilmesini talep etmiştir. Mısır ulemâsından olup Dârü’l-Hikmet’te vazife yapan Abdülaziz Çaviş ile İzmirli İsmail Hakkı ve Elmalılı Hamdi Yazır bu sorulara cevaben birer kitab yazarken, Bediüzzaman Hazretleri tam da İstanbul’un işgali sırasında sorulan bu soruları pek mağrurâne ve aşağılayıcı bulduğu için İngilizlere bir tükürükle cevap vermiştir. Fakat onları muhatab almaksızın bu sualleri işitip de cevabını merak eden kimseler için de gayet özlü ve tatminkâr bir cevab yazarak İslâm’ın izzetini kâfirlere karşı göstermiştir.

Bu hâdiseyi sonraki senelerde şöyle anlatır:

“Bir zaman İngiliz devleti, İstanbul Boğazının toplarını tahrip ve İstanbul’u istilâ ettiği hengâmda, o devletin en büyük daire-i diniyesi olan Anglikan Kilisesi’nin başpapazı tarafından, Meşihat-ı İslâmiyeden dînî altı sual soruldu. Ben de o zaman, Dârü’l-Hikmeti’l-İslamiyenin âzâsı idim. Bana dediler:

  • Bir cevap ver. Onlar, altı suallerine altı yüz kelimeyle cevap istiyorlar. Ben dedim:

  • Altı yüz kelimeyle değil, altı kelimeyle değil, hatta bir kelimeyle değil, belki bir tükürükle cevap veriyorum. Çünkü o devlet, işte görüyorsunuz, ayağını boğazımıza bastığı dakikada, onun papazı mağrurâne üstümüzde sual sormasına karşı yüzüne tükürmek lâzım geliyor. Tükürün o ehl-i zulmün o merhametsiz yüzüne! demiştim.” [1]

Üstad Hazretleri, o günlerde neşrettiği “Rumuz” isimli eserinde, bu suallere, soranlar için değil duyan Müslümanların kafalarının karışmaması için kısa fakat ikna edici şu cevapları verir:

Yüksekten Bakmak İsteyen Dessas Bir Papaza Cevap [2]

Bir adam seni çamurda düşürmüş, öldürüyor. Ayağını senin boğazına basmış olduğu halde istifham-ı istihfafıyla (alaycı sualleriyle) sual ediyor ki: “Mezhebin nasıldır?”

Buna cevab-ı müskit (susturucu cevap), küsmekle sükût edip yüzüne tükürmektir. Tükürün İngiliz-i laînin o hayâsız yüzüne! (Cevabım) Ona değil, hakikat namına şudur:

Sual: Din-i Muhammed nedir?

Cevap: Kur’ân’dır.

Sual: Fikir ve hayata ne verdi?

Cevap: Tevhid ve istikamet.

Sual: Mezâhimin devası (insan tabakaları arası çekişmelerin çaresi) nedir?

Cevap: Hurmet-i riba ve vücûb-u zekâttır. (Faizin haramlığı ve zekatın farz oluşudur)

Sual: Şu zelzeleye ne der? (Avrupa’daki işçi ayaklanmalarına)

Cevap: “Şübhesiz insan için, (kendi) çalıştığından başkası yoktur!” [3]

“O kimseler ki, altın ve gümüşü biriktirirler ve onları Allah yolunda sarf etmezler. İşte onları (pek) elemli bir azap ile müjdele.” [4]

[1] Mektubat, s. 302 Geri
[2] Âsâr-ı Bediiyye, s. 85 Geri
[3] Necim Sûresi, 39. âyet Geri
[4] Tevbe Sûresi, 34. âyet Geri