Ruhunda Müdhiş İnkılab Yapan Bir Haber

Ruhunda Müdhiş İnkılab Yapan Bir Haber

Bediüzzaman Hazretleri Van’da bulunduğu zamanlarda, Vâli Tâhir Paşa ile bazı gazetelerden haberler okurdu. Bilhassa İslâmiyet’i alâkadar eden hususlara dikkat ederdi. Van’daki ikameti esnasında, Âlem-i İslâm’ın vaziyetini bir derece öğrenmiş bulunuyordu. Birgün, Vâli Tâhir Paşa’nın gazeteden gösterdiği bir haber, onun hayatında dönüm noktası oldu. Habere göre; İngiltere Sömürgeler Bakanı, mecliste yaptığı bir konuşmasında, elinde tuttuğu Kur’ân’ı göstererek şöyle diyordu: “Bu Kur’ân Müslümanların elinde bulundukça biz onlara hâkim olamayız. Ya bu Kur’ân’ı onların elinden almalıyız yahut Müslümanları Kur’ân’dan soğutmalıyız.”

İşte bu müthiş haber, Bediüzzaman Hazretleri’nde tarifin üzerinde bir tesir uyandırmıştı. İstidadı şimşek gibi alevli, duyguları ve bütün letâifi uyanık ve ilim, irfan, ihlas, cesaret ve kahramanlık gibi harika inayet ve seciyelere mazhar olan Üstad Hazretleri’nin, bu haber üzerine: “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez mânevî bir güneş olduğunu, ben dünyaya ispat edeceğim ve göstereceğim” diye kuvvetli bir niyet ruhunda uyanır ve bu gayretle çalışır. [1]

Bu mevzuyla alâkalı olarak bir kısım beyanlarını buraya almak istiyoruz.

“Altmış beş sene evvel bir vâli bana bir gazete okudu. Bir dinsiz müstemlekât nâzırı (sömürgeler bakanı) Kur’ân’ı elinde tutup konferans vermiş. Demiş ki: ‘Bu İslâmların elinde kaldıkça, biz onlara hakiki hâkim olamayız, tahakkümümüz (hâkimiyetimiz) altında tutamayız. Ya Kur’ân’ı sukut ettirmeliyiz (düşürmeliyiz) veyahut Müslümanları ondan soğutmalıyız.’

İşte bu iki fikirle, dehşetli ifsat komitesi bu biçare fedakâr, masum, hamiyetkâr millete zarar vermeye çalışmışlar. Ben de, altmış beş sene evvel bu cereyana karşı, Kur’ân-ı Hakîm’den istimdad eyledim (yardım istedim). Hakikate karşı kısa bir yol ve bir de pek büyük bir ‘Dârü’l-Fünun-u İslâmiye’ (İslâmî fen fakültesi) tasavvuru (düşüncesi) ile altmış beş senedir, âhiretimizi kurtarmak ve onun bir faydası olarak hayat-ı dünyeviyemizi de istibdad-ı mutlaktan (tam bir baskıdan) ve dalâletin helâketinden (yoldan çıkma tehlikesinden) kurtarmaya ve akvam-ı İslâmiyenin mabeynindeki (İslam milletlerinin arasındaki) uhuvvetini (kardeşliğini) inkişaf ettirmeye (geliştirmeye) iki vesileyi bulduk.” [2]

Buradaki iki vesile, ileride daha geniş bir şekilde ele alacağımız Risale-i Nur Hizmeti ve gerçekleştirmek istediği Medresetüzzehrâ adlı İslâmî üniversite projesidir.

“Cây-ı dikkat ve ehemmiyetli bir tevâfuktur; Risaletü’n-Nur Müellifi bin üç yüz on altı (1898) sıralarında mühim bir inkılâb-ı fikrî geçirdi. Şöyle ki: O tarihe kadar ulûm-u mütenevviayı, yalnız ilimle tenevvür (nurlanmak) için merak ederdi, okurdu ve okuturdu. Birden o tarihte merhum Vâli Tâhir Paşa vasıtasıyla Avrupa’nın Kur’ân’a karşı müthiş bir su-i kastı var olduğunu bildi. Hatta bir gazetede İngiliz’in bir müstemlekât nâzırı demiş: ‘Bu Kur’ân, İslâmlar elinde varken biz onlara hakiki hâkim olamayız. Kur’ân’ın sukutuna çalışmalıyız’ dediğini işitti, gayrete geldi.

Bütün bildiği ulûm-u mütenevviayı (her çeşit ilimleri) Kur’ân’ın fehmine (anlamasına) ve hakikatlerinin ispatına basamaklar yaparak hedefini ve gâye-i ilmiyesini ve netice-i hayatını, yalnız Kur’ân’a çevirdi. Ve Kur’ân’ın i’câz-ı mânevîsi (manevî mucizesi) ona rehber ve mürşid ve üstad oldu.” [3]

[1] Tarihçe-i Hayat, s. 51 Geri
[2] Emirdağ Lâhikası-2, s. 223 Geri
[3] Osmanlıca Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 76 Geri