
Hakkında
Hakkında
Yüce dinimiz İslâm, Allah’ın dinine ihlas ve sadakatle hizmet eden âlimlerin kıymetlerini gayet derecede yüceltmiş, insanları onlardan istifadeye ve kendilerine layık olan hürmeti göstermeye davet etmiştir. Bu hususta Rabbimiz Kur’ân-ı Mecîd’inde, “Kulları içinde Allah’tan ancak âlimler korkar” [1] buyurmuş, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselam Efendimiz de hadis-i şeriflerinde, “Âlimler peygamberlerin vârisleridir.” [2] ve “Âlimlerin sarf ettikleri mürekkeb şehidlerin kanıyla tartılır, o kıymette olur” [3] buyurmakla âlimlerin ve ilmen yapılan manevî cihadın yüksek faziletine işaret etmiştir.
Kezâ, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz, “Âlimlerimizin kıymetini bilmeyen ümmetimden değildir” [4] buyurarak, ümmetini âlimlere gereken hürmeti göstermeye ve kıymetlerini takdir etmeye davet etmiştir. Dinimizin ilme ve âlime verdiği bu büyük değer ve yüksek mevki sebebiyle, İslâmiyet’in nuranî şeceresi on dört asır boyunca milyonlar münevver meyveler vermiş, “Benî İsrail’in peygamberleri gibi hizmet eden” pek çok âlimler yetişmiştir.
Malum olduğu üzere nübüvvet kapısı Resûl-ü Ekrem (asm) ile kapanmakla beraber, rahmet kapısı daima açıktır. Önceki asırları nebilerle ihya eden rahmet-i ilâhiye sonraki asırlarda ise peygamber vârisleri olan büyük İslâm âlimleriyle Ümmet-i Muhammediye’yi te’yid ve takviye etmiştir. Hususan “Şüphesiz ki Allah, her yüzyılın başında bu ümmete dinî işlerini yenileyecek bir müceddid gönderecektir” [5] hadis-i şerifinin haber verdiği üzere, her asır başında, Kur’an’dan aldığı feyiz ve ilham ile asrın yaralarına manevi reçeteler yazacak ve o asrın müşkillerini çözecek müceddidler göndermiştir. Önceki asırlarda gelen, İmam-ı Gazalîler, İmam-ı Suyutîler, İmam-ı Rabbanîler ve Mevlânâ Halid-i Bağdadîler gibi müceddidler bulundukları asrın derdlerine devâlar sundukları gibi sonraki asırlara da feyiz kaynağı olmuşlardır.
Günümüzde ise, bütün peygamberlerin ümmetlerini sakındırdığı, tüm zamanların en büyük fitnesi olan âhirzaman fitnesi yaşanmakta olup küfür ve dalalet cereyanları devletler ve büyük güçler halinde İslâm’a, Kur’ân’a ve imana saldırmaktadır. Allahü Teâlâ böylesi büyük bir fitne asrında, elbette bu ümmeti çaresiz ve sahibsiz bırakmayacak, bütün o küfür ve dalalet cereyanlarını ilmen çürütüp mağlub edecek bir müceddidi gönderecek ve Din-i Mübin-i İslâm’ı tâ kıyamete kadar devam ettirecektir.
İşte Cenâb-ı Hak, âhirzamanın şu felaket ve helâket asrında, ümmetin ışık saçan manevî yıldızlarından ve neseben Âl-i Beyt’e mensub büyük bir iman müceddidi olarak Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’ni bu ümmete ihsan etmiştir.
Van’da ders verdiği yıllarda, ecnebîlerin “Bu Kur’an İslâmların elinde kaldıkça biz onlara hâkim olamayız. Ya Kur’ân’ı Müslümanların elinden almalıyız veya onları Kur’ân’dan soğutmalıyız” şeklindeki hâinâne planları kendisine ulaştığında, hamiyet-i İslâmiyesi galeyana gelerek: “Ben Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez bir güneş olduğunu dünyaya gösterip isbat edeceğim!” diyen Üstad Bediüzzaman, bundan böyle bütün ömrünü Kur’ân’ın hizmetine vakfetmiş ve yalnız bu gaye için yaşamıştır. Bu uğurda otuz dört seneyi bulan sürgün, hapis, zulüm ve işkenceler altında geçen bir hayata râzı olmuş, defalarca zehirlenmiş, su-i kasdlara uğramış, fakat davasından ve manevî cihadından zerre mikdar ayrılmamıştır.
Aziz Üstad, büyük bir kararlılık ve ihlasla azmettiği “Kur’ân’ı müdafaa davasında” uzun ve çileli bir mücadelenin ardından, Allah’ın yardımıyla zafere ulaşmıştır. Te’lif ettiği “Risale-i Nur Külliyatı” nâmındaki manevî tefsiriyle Kur’ân ve iman hakikatlerini, en inatçı dinsiz filozofları dahi susturacak açıklıkta iki kere iki dört eder katiyetinde ispat etmiş, imana karşı hücuma geçen maddeci, tabiatçı, dinsiz felsefî cereyanları “Kur’ân’dan aldığı bu elmas kılınç” ile Allah’ın yardımıyla mağlub etmiştir. Asrımızın manevî problemlerine çareler sunan ve dinin bu güne kadar kapalı kalmış yüzden fazla tılsımını çözen [6] yüz otuzdan fazla risaleyi, kendi fikrî mahsulleri olarak değil, tamamen Kur’ân’dan aldığı ilhamlarla te’lif etmiştir. İmanî mes’eleleri aklî delillerle isbat eden kelâm ilmi sahasında, Kur’an’dan aldığı metotla akıl ve kalbin birlikteliğiyle hakikate ulaşan yeni bir çığır açmış, “Âhirzamanın müceddidi” sıfatını bihakkın kazanmıştır.
Bu asırda küfre karşı ancak bir şahs-ı manevî teşkil ederek gâlib gelinebileceğini söyleyen Said Nursî Hazretleri, bu sebeble yalnız eser te’lif etmekle kalmamış, Kur’ân’a, imana ve sünnet-i seniyyeye hizmet etmeyi en büyük gayeleri bilen “Risale-i Nur Talebeleri” namında sayıları yüz binleri aşan bir cemaati, bir şahs-ı mânevîyi de teşkil etmiştir. Bu nûranî cemaatin yardımıyla bütün Anadolu’yu adeta bir medreseye çevirmiştir. Te’lif ettiği Risaleleri’yle imanın etrafında Sedd-i Zülkarneyn gibi büyük manevî bir sed oluşturarak, küfür cereyanlarının bu mübarek memleketi tamamen istilasına engel olmuş, Müslüman halkın imanlarının tehlikeden kurtulmasına ve pek çoklarının kuvvetli bir iman-ı tahkikîyi kazanmasına vesile olmuştur.
Bu sitenin, büyük hidayet serdârı Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin, davasının ve eserlerinin tanınmasına en güzel, en doğru ve Rıza-yı ilâhiyeye en muvafık bir vesile olmasını Allah’ın nihayetsiz rahmetinden ümid ediyoruz. Gayret bizden tevfik Rabbimizden.