Bediüzzaman'ı Önceden Haber Veren Büyük Zatlar


İçindekiler


“Uzak yerden taşlar görünmez, dağlar görünür” kaidesince, eskiden beri büyük zatların kendilerinden sonra gelecek mühim şahsiyetlerden haber vermeleri tarihi bir vakıadır. Mesela Mevlâna Celaleddin-i Rûmî Hazretleri’nin İmam-ı Nakşibend’den ve Molla Ahmed-i Câmî’nin İmam-ı Rabbânî’den haber vermeleri bu nev’dendir. [1] Aynen bu misaller gibi, yaşadığı asırda dağlarvâri bir iman hizmeti ortaya koyan Bediüzzaman Hazretleri’nden ve onun kıymetli eserlerinden önceki veli zatlar haber vermişlerdir. Onun doğumundan ve Isparta’ya geleceğinden haber veren önceki asırda yaşamış önemli şahıslardan bazıları şunlardır:

Gavs-ı Hizan Sıbğatullah Arvâsî

Nakşî Tarikatı’nın büyüklerinden olan Seyyid Sıbğatullah Arvasî (ks) Hazretleri, [2] Said Nursî’nin doğumundan altı yedi sene evvel vefat etmişti. “Ara sıra Üstad Bediüzzaman’ın muhterem babası Sofi Mirza Efendi, yakınlarındaki Gayda Köyü’ne Seyyid Sıbğatullah Hazretleri’ni ziyarete giderdi. Bir defasında, büyük zatların bulunduğu bir mecliste Seyyid Sıbğatullah Hazretleri ayağa kalkarak, Sofi Mirza’ya meclisin başköşesinde yer göstermişti. Orada bulunan zatlar, bu Nurslu köylüye neden bu kadar alâka ve hürmet gösterdiğini Seyyid Sıbğatullah’tan sordukları zaman, “Bu Sofi Mirza ileride öyle bir zata baba olacak, bunun sulbünden öyle bir zat gelecek ki, o zata baba olmayı ben on gavslığa tercih ederim. Gavs olmaktansa, o gelecek zata böyle bir baba olmayı tercih ederim [3] diyerek Bediüzzaman’ın geleceğine ve büyük mânevî makamına işaret etmiştir.

Beşkazalı Osman-ı Hâlidî Hazretleri

Üstad Hazretleri’ni haber veren zatlardan birisi de Isparta’nın meşhur evliyalarından Beşkazalı Osman-ı Hâlidî Hazretleridir. Bu mübarek zat, 1795 yılında o zamanki adı Beşkaza olan Muğla-Fethiye’de dünyaya gelmiş, 1877 yılında Isparta’da vefat etmiştir. Nakşî Tarikati’nde kâmil bir mürşid olan bu zat, Isparta’daki medresesinde pek çok hâfız yetiştirmiş, merkez ve civar köylerden pek çok müridleri olmuştur. Isparta’nın Sidre dağında inzivaya çekilir, kırk gün bir şey yemeden zikir ve ibadetle meşgul olurdu.

Vefatına yakın günlerde, hem evlatlarına, hem de yakınlarına, Bediüzzaman Hazretleri’nin doğum vaktine tam isabet eder bir tarihte şu şekilde haber vermiştir: “İmanı kurtaran bir müceddid çıkacak. O da bu sene doğmuştur. Ayrıca ilave ederek, Benim dört oğlumdan birisi o gelecek müceddid zatla görüşecek ve elini öpecektir” demiştir.

Bu haberin üzerinden yaklaşık 35 sene geçtikten sonra, 1911’de sünnet ve hâfızlık cemiyetlerinden birinde, Osman-ı Hâlidî’nin dört evladından sonuncusu olan Ahmed Efendi’ye sorarlar: “Siz hep müceddid, müceddid dersiniz! O müceddid kimdir ve nerededir? Bu soruya Ahmed Efendi: “Evet şimdi mevcuttur ve otuz beş yaşındadır” diye cevap vermiştir.

Isparta’nın Yenice mahallesinden ve kardeşlerimizden Nuri Efendi, Ahmed Efendi’ye sorar: “Pederiniz, benim evladımdan birisi o müceddidle görüşecek ve elini öpecek” buyurmuşlar, bu nasıldır? Ahmed Efendi cevaben: “Evet merhum pederimin sözü çıktı. Ben onunla görüştüm.” [4] diyerek Üstad Bediüzzaman ile görüştüğünü beyan etmiştir.

Topal Şükrü Efendi

19.yy. sonlarında Isparta’da yaşayan Topal Şükrü Efendi, İstanbul’da medrese tahsilini tamamladıktan sonra Isparta’ya yerleşip medresesinde talebe yetiştirmekle meşgul olmuş ehl-i kalb velî bir insandı. Isparta’nın saff-ı evvel Nur Talebeleri’nden Süleyman Rüşdü Efendi onun verdiği haberi şöyle anlatıyor:

“Allah rahmet etsin ve kabri pürnur olsun, Topal Şükrü Efendi namında ehl-i kalb ve Isparta’nın bir medar-ı fahri (övünç kaynağı) olan zatın kerâmetkârâne buraca meşhur bir şiirini gördüm, getirip arkadaşlarıma gösterdim. Dedim: Bu zat bu dalâletli zamanımızdan bahsettiği gibi, bir fıkrası da harb-i umumîden bahsediyor gibi görünüyor. Çünkü bu şiirinde diyor:

“Âferin çarka ki, çattırdı kuduzu kuduza”

Yâni, bütün dünya kâfirlerini birbirine musallat ettirdi. Ve iki satır sonra yine diyor:

“Sûk-u asr içre bütün dad ü sited, küfr ü dalâl

Müşteri kalmadı, din indi ucuzdan ucuza.”

Yâni o asrın çarşısında alış veriş dinsizlik elinde olacak, dinsizlik hükmedecek, din gayet ucuza düşecek ve İslâm’ın şeâiri gizlenecek. Sonra diyor:

Şükrü ya! Bilmezem, esrar-ı gaybdan amma;

Ya ileri, ya geri, takrib ederim üç otuza.”

Kendi tefsir ediyor. “Yâni, otuz üçe.” Şiddetli kafiyesini müraat (korumak) için, otuz üç yerine “üç otuz” demiştir. Hem harb-i umumîye işaret ettiği fıkrasıyla, “dinsizlik düsturları, kanunları, o asır çarşısında hükmettiği…” fıkrasının ortasında şöyle diyor:

Eriş ey avn-i şeriat, eriş ey muhyiddin!

Elem-i rîş-i cefa sîneden erişti öze. [5]

Şimdi benim kanaatım geliyor ki, bu zat, otuz üç senesinden sonra Risale-i Nur’u Isparta’nın imdadına çağırıyor. “Ey avn-i Şeriat! Ey Muhyiddin yetiş!” diyor. Yani vefatından takriben otuz üç sene sonra şeriata ve dinin şeâirine hizmet edecek bir nuru Isparta’ya çağırıyor. Cenâb-ı Hak duasını kabul etmiş ki, vefatından otuz kırk sene sonra Risale-i Nur o vazifeyi görmüş. Talebeniz ve Hizmetkârınız Süleyman Rüşdü” [6]

Topal Şükrü Efendi, 1900’lerin hemen öncesinde Isparta’da vefat etmiş ve orada defnedilmiştir. Hakikaten onun müjdelediği gibi, vefatından otuz kırk sene sonra, 1927 yılında Bediüzzaman Hazretleri Isparta’ya gelerek küfre karşı mânevî cihadına başlamış, dini ihya edip canlandırma hizmetlerine girişmiştir.

Ispartalı bu iki evliyanın işaretlerinden Üstad Bediüzzaman şöyle bahs eder:

“Evliya-yı meşhûreden, kırk günde bir defa ekmek yiyip kırk gün yemeyen Osman-ı Hâlidî’nin sarih ihbarı (açık haberi) ve evladlarına vasiyeti ile ve Isparta’nın meşhur ehl-i kalb âlimlerinden Topal Şükrü’nün zâhir haber vermesiyle çok ehemmiyetli bir hakikati dâva edip, fakat iki iltibas (karıştırma) içinde bu bîçâre, ehemmiyetsiz kardeşleri Said’e bin derece ziyade hisse vermişler.” [7]

Ispartalı bu iki mübarek evliya zatın haberleri Isparta’daki ilim ve tarikat ehli kimseler tarafından bilindiği için Bediüzzaman Hazretleri geldikten sonra Ispartalılar kendisine büyük hürmet ve sadakatle bağlanıp hizmet etmişlerdir. Bunlar arasında, âlimler, hocalar, hâfızlar ve avam halk bulunduğu gibi, Keçeci Şeyh Mustafa, Eğirdirli Şeyh Mustafa (Hacı Aziz) ve Burdurlu Nasuhizade Şeyh Mehmed Efendi gibi veli zatlar da vardı. Bu üç mübarek şeyh dahi, sâir Nur Talebeleri gibi kaleme sarılıp risaleleri yazarak neşredenlerden olmuşlardır.

Seydişehirli Hacı Abdullah Efendi

1806 yılında Konya-Bozkır’a bağlı bir köyde dünyaya gelen Hacı Abdullah Efendi, hem müderris, hem Nakşî şeyhlerinden büyük bir zat olup son devrin meşhur evliyalarından idi. Hocası, büyük Nakşî Evliyası Mevlânâ Halid Ziyaeddin Hazretleri’nin talebelerinden Bozkırlı Mehmed Kudsî Efendi’dir. Abdullah Efendi, uzun yıllar Konya-Seydişehir’de hizmet ettikten sonra 1903 yılında orada vefat etmiştir. Bir gün müridleri kendisine, “Efendim sizden sonra hizmet nasıl devam edecek?” diye sorduklarında: “Müceddidlik, Mehdiyete inkılâp edecek ve vazife Isparta’dan devam edecek” diye cevap vermiştir. Bu sebeble sonraki yıllarda Üstad Bediüzzaman’ın Isparta’daki hizmeti duyulmaya başlayınca, ona bağlı müridlerden pek çokları Risale-i Nur’a talebe olmaya başlamışlardır. Said Nursî Hazretleri bir mektubunda onların bu intisablarını şöyle haber verir:

“Seydişehirli Hacı Abdullah’ın bütün mensubları, hem Kastamonu’da, hem Isparta’da, hem Eskişehir’de Risale-i Nur dairesini kendi tarîkat daireleri telakki etmişler ki, onlardan Nurlar’a rastlayanlar, takdirkârâne sahib çıkıyorlar. Onlara bin bârekâllah!” [8]

Eskişehir Muttalib Köyü’nden şeyh Hacı Hilmi Efendi gibi ehl-i kalb mübarek bir evliya da Hacı Abdullah Efendi’nin yetiştirdiği talebelerdendir. Bediüzzaman Hazretleri, 1950’lerde Eskişehir’i ziyaret ettiği mükerrer defalar, medresesinde hâfız yetiştirmekle meşgul olan Hacı Hilmi Efendi’yi ziyaret ederdi. Aralarında büyük bir muhabbet ve samimiyete pek çok kimseler şahit olmuşlardır. Bu ziyaretlerden birinde Üstad’ın kendisine, “Senin talebelerin Kur’ân’ın lafzını, benim talebelerim ise mânâsını ezberliyorlar” diye iltifat ettiği rivayetler arasındadır.

Denizlili Hacı Hasan Feyzi Efendi

Denizli’nin büyük evliyalarından Hacı Hasan Feyzi isminde mübarek bir zat bir gün talebelerine, “Bugün Kürdistan’da büyük bir veli dünyaya geldi. Bu zat zamanın sahibi, asrın vekilidir” demiştir. Yıllar sonra bu zatın halefinin halefi olan ve şeyhinin ismini taşıyan Hasan Feyzi Efendi, Üstad Bediüzzaman’la Denizli Hapsi sırasında (1944) buluşur. Böylelikle şeyhinin şeyhi Hacı Hasan Feyzi Efendi’nin haber verdiği o büyük velinin gayet halis ve seçkin bir talebesi olur. Fakat iki yıl gibi kısa bir hizmet devrinden sonra vefat eder.

Bu mübarek talebenin genç yaşta vefatı üzerine Bediüzzaman Hazretleri’ne bir tâziye mektubu yazan Risale-i Nur’un erkân talebelerinden Milaslı Halil İbrahim Efendi mezkûr haberden şöyle bahseder:

“Muhterem efendim! Mesmuatıma nazaran (işittiğime göre), Denizli’de bundan yetmiş-seksen sene evvel büyük evliyadan Hasan Feyzi isminde bir zat, bir gün talebelerine: “Bugün Kürdistan’da bir evliya dünyaya geldi” diye beşarette bulunmakla zat-ı devletlerini işaret buyurmuş. Bâdehu (daha sonra) Denizli’ye başka başka perdelerle teşrifiniz, o zatın ruhunu şâd ve i’zaz (yüceltmek) için olduğunu telakki etmiştim. Ve az zaman sonra aynı isimde müteveffa Hasan Feyzi Efendi’nin Risale-i Nur’a hürmetle, birinci Hasan Feyzi’ye imtisalen (uyarak) istikbal etmesi (karşılaması) ve Nurlar’a taaşşukla (aşk ile) idhal-i envâr olması (nurlara girmesi), bu kanaatımı kat kat ziyadeleştirdi.” [9]

Burdurlu Hacı Rahmi Sultan

Hacı Rahmi Sultan, aslen Elaziz-Harputlu olup Denizlili Hacı Hasan Feyzi Efendi’nin yetiştirdiği ehl-i kalb mübarek bir şeyh idi. İstanbul’da medrese tahsili gördükten sonra kadılık yapmakta iken, şeyhi Hasan Feyzi Efendi’nin talebi üzerine kadılığı bırakarak Burdur’a yerleşmiş ve insanları hakka irşadla meşgul olmuştur. Bu zat âhirzamanda vazifeli müceddidin Burdur’a geleceğini mükerreren talebelerine müjdelemişti. Kurban bayramlarında ikişer adet kurban keser, müritleri kendisinden neden böyle yaptığını sorduklarında: “Buraya zamanın vazifeli şahsı gelecek. Onun için şükranelik olarak kesiyorum. Şu an doğuda ve çocuk yaştadır” diye cevab verirdi. Bu mübarek evliya, Said Nursî Hazretleri’nin Burdur’a gelişine yakın bir dönemde vefat etmişti. Üstad Bediüzzaman’ın Burdur’a geldiğinde ilk işi Hacı Rahmi Sultan Hazretleri’nin kabrini ziyaret etmek olmuştur.

Bu muhterem şeyhin talebelerinden olan Nasuhizade Şeyh Mehmed Efendi, Bediüzzaman Hazretleri Burdur’a geldiğinde derhal kendisine talebe olup hizmetine girmiştir. Aynı zamanda ehl-i kalb bir şeyh olan bu talebe, Barla Lâhikası’ndaki mektublarından birinde şeyhi Hacı Rahmi Sultan’dan ve mânevî bir murakabe esnasında Üstad’la karşılaşmasından şöyle bahseder:

“Bülbül-ü Bağistân-ı Kur’ân, Üstad-ı Ekremim, Efendim Hazretleri!

Mürşid-i ekmel, şeyhim Hacı Rahmi Sultan Hazretleri, seferberliğin ikinci senesinde irtihal-i dâr-ı beka buyurdular. Burdur’u teşrifinizden bir ay evvel, merhum Rahmi Sultan ile (mânen) beraber bir câmi-i şerifte birkaç cemaatle bulunmakta iken, sükût-u hal-i murakabeye varıldı. Bazı veliler ruhanî teşrif buyurdular. Nihayette, siz Üstad’ım teşrif buyurdunuz. Bir cezbe-i Rahman zuhuruyla uyandım, kendime geldim. Bir ay sonra Burdur’u teşrif ile, bazı yevm sohbet-i irfaniyenizde bulunup ruhlarımıza gıda bahşolundu.” [10]

[1] Osmanlıca Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 159 Geri
[2] Mevlâna Hâlid Hazretleri’nin halifesi olan Seyyid Taha-yı Hakkârî’nin birinci halifesidir. Van’ın “Arvas” köyünde doğmuş, 1871 yılında Bitlis-Hizan’ın Gayda köyünde vefat etmiştir. Geri
[3] Son Şahitler, c. 1, s. 22 Geri
[4] Osmanlıca Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s.38 Geri
[5] “Yetiş ey şeriatin yardımcısı, yetiş ey dini ihya edip canlandıran! Eziyetin acı veren yarası sineden öze erişti.” Geri
[6] Osmanlıca Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 19 Geri
[7] Osmanlıca Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 4 Geri
[8] Emirdağ Lâhikası-2, s. 54 Geri
[9] Emirdağ Lâhikası-1, s. 198 Geri
[10] Osmanlıca Barla Lâhikası, s. 108 Geri